Ne yazık ki günümüzde "ÖLÜM" olayı gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ÖLÜM'ün bir "son" olduğu zannedilmektedir!..
Oysa, "ÖLÜM, bir son" olmayıp; madde âlemden, maddeötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!..
İnsan, ÖLÜM denen olayla, madde bedeni terkederek, "RUH" denilen "halogramik dalga" yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder!
Yani ÖLÜM, Madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.
İslâm Dininin esaslarını bildiren KUR'AN-I KERİM, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:
"Her NEFS ölümü TADACAKTIR!.."
ÖLÜM denen olay, biyolojik madde bedenin terkedilerek, RUH bedenle dalga alem yaşamına geçilmesidir...
Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan bioelektrik enerji kesildiği için; beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromağnetizmasını yitirir ve böylece, RUH, bedende bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ÖLÜM kelimesiyle anlatılır.
Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faâliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş televizyon dalgaları gibi, RUH'a, yani halogramik dalga bedene yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiç bir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama geçiliverir... Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder!..
Ancak bir farkla... O bedende, tamamiyle canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini kullanamaz!. Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!..
Dışarıda olup- biten herşeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden dışarıdakilere hiç bir mesaj ulaştıramaz!.
Nitekim büyük İslâm Âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, "Marifetnâme" isimli eserinde, Hazreti Muhammedin ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:
"Meyyit (ölümü tadmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir."
* * *
"Meyyitin yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz" uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.
Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tadmış kişinin mezarda "ruh olarak" diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir halde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARİ isimli hadis kitabında mevcut olan şu hadisi Rasûlullaha dikkat edelim:
"Talha radıyALLAHu anh şöyle anlatmıştır:
Bedir savaşı günü Nebi (salla'llâhu aleyhi ve sellem) Kureyş eşrâfından 24 kişinin cesedlerinin biraraya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu.
Rasûlullah düşman bir kavme galip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.
Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullah devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı.
Sonra Rasûlullah yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler...
Bu arada birbirlerine, herhalde Rasûlullah bir hâcet için gidiyor, diye konuştular.
Nihayet, Rasûlullah Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:
-Ya filân ibn-i filân, Ya Ebâ Cehil İbn-i Hişam, Ya Utbe İbn-i Rebîâ... Siz ALLAH'a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabb'imizin vaad etmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de rabbinizin vaad ettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?..
Bu hitap üzere Ömer r.a. sordu:
-Ya Rasûlullah... Hayatı olmayan cesedlere ne diye konuşursun?.
Rasûlullah aleyhisselâm şöyle cevab verdi:
-Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!.."
Görüldüğü gibi, Buharî'de nakledilen bu olayda, Hz. Rasulullah aleyhisselâm büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte..
"İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyâmette dirilirler" şeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.
İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışçasına rahatça işitirler.
Üçüncü halife Osman bin Affan r.a. bir mezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;
-Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kâbir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi..
Osman cevab verdi:
- Resûlullah'dan duydum ki..:
"Muhakkak mezar, âhıret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!.."
Sonra Osman r.a. şöyle devam etti: Resûlullah şöyle buyurdu:
"Mezar kadar KORKUNÇ hiç bir fecî manzara görmedim!!.."
İslâmın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa'd bin Muâz'ın kabri başında ise Peygamberimiz şöyle buyuruyordu:
-Şu seçkin kul ki, arş O'nun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdıyacaktı!!.. Eğer kâbir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa'de nasib olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibariyle bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!.."
Şimdi düşünelim... Kişi, mezârda "diri" yani "şuuru yerinde" olarak mevcut olmasa, böyle bir azab söz konusu olur mu hiç?..
Soruluyor Hz. Peygamber'e...
"Ya Rasûlullah, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?..
-Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölümötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı... İşte onlar en akıllı- şuurlu olandır..."
Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:
"-En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar ölümden sonra yararını göreceği fiîlleri yapar... Aciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLAH'dan!.."
Gene Rasulullah'ın ashabından ibni Mes'ud, kâbirde görülen azab hakkında:
-Mutlaka günahkâr olanlar, kâbirlerinde azab olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir... dediğini Resûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'den işittim.
Ebu Said el Hudrî anlatıyor: Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu:
"İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiç bir yeşil ot yeşermez!.."
İbn-i Ömer radıyALLAHu anh anlatıyor... Rasûlullah buyurdu:
"Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makamı gösterilir. Burası yerindir. Kıyâmetteki ba'sıne kadar buradasın."
Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Amentü'de okunan şu cümleye bir bakın...
"Vel ba'sü ba'del M E V T"...
Dikkat ediniz!..
"Vel ba'sü ba'del KIYÂMET" denmiyor!..
Yani, "bâ's" kelimesiyle anlatılan olay, KIYAMET'ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!..
Dünyada, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle yaşarız.
Nitekim büyük İslam Âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZALİ, "Esmâ'ül hüsna şerhi" isimli eserinde "El BÂİS" ismini açıklarken bakın ne diyor:
"İnsanlardan birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar.. Bunu da çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur, baas yok olduktan sonra yeniden dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi...
Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır!. İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır.
Ölümün yokluk olduğunu sanmak bâtıldır!.. Çünkü, kabir, ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya da cennet bahçelerinden bir bahçe..
İşin içyüzüne vâkıf olan Erbab-ı Basiret, insan varlığının ebediyet için halk olduğunu bilir ve anlar.. ona yokluk arız olmaz..
Evet, bazen cesedle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler.. Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler..
Dirilmenin ilk yaradılış gibi ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlarında yanılmışlardır!.. Çünki diriltmek ilk canlandırılışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir..
Aslında insanoğlunun bir çok dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir..."
* * *
Ölümü tadınca, Madde beden çözülür; ve RUH bedenle ba's olmuş olarak kâbirde kıyâmete kadar yaşamımız devam eder.
Sonra "Kıyâmet" denen, dünyanın Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikâmetinde yeniden bâ's olur!..
Ve nihayet, son defa bu bedenler de gittiği ortama göre yeniden bir bâ's ile oluşurlar...
Kâbirde, şu andaki mevcut aklımızla, algılama- değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..
Bu konuda Abdullah bin Ömer anlatıyor...
Hz. Ömer münkir ve Nekir adlı iki meleğin kâbirde gelip sual sorması hususunu Hz. Peygamber ile konuşurken sordu:
- (Kabirde) aklımız başımızda olacak mı Ya Rasûlullah?..
- Evet!.. Aynen bugünkü gibi!..
Evet, ölümü tatmış, aklı şuuru yerinde, fakat bedeni kullanım dışı kalmış diri kişi mezara konulunca ne olur.
Bunu da Enes Radıyallahu anh'ın ağzından dinliyelim:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
-Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir... Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:
-Muhammed denen adam hakkında ne dersin?..
Eğer mü'minse...
-Şehadet ederim Muhammed ALLAH'ın kulu ve resûlüdür... Bunun üzerine.
-Şu cehennemdeki yerine bak!.. ALLAH onu cennettekine tebdil etti...
O, artık hem cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür...
İnkârcı veya gösterişte müslüman ise şöyle der:
- Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..
Ve ona şöyle denilir:
- Onu tanıyamadın ve bilemedin!..
Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!.. Nihayet şu hadîs ile konuya son verelim...
"Ölümü tadmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azab görür."
Bu konuda daha pek çok Rasûlullah uyarısı vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir.
Netice şudur ki:
KİŞİ ÖLMEZ, "ÖLÜM"Ü TADAR!.. Yaşam boyutunu değiştirir!...
Ölümü tatmak, denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, "ruh" adı verilen halogramik dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir.
Bu hâl dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuûru yerinde aklı başındadır!.
Kıyâmete kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder.
Kıyâmette de o günün şartlarına göre, yeni bedene kavuşur.
* * *
ÖLÜM tadıldıktan sonra neler olup bitiyor?...
Şimdi de kısaca bunu anlatalım...
ÖLÜM tadıldıgı anda kişi bir süre çevresindeki dünyayı algılamaya devam eder... Çevresinde olup bitenleri, yapılan konuşmaları, üzüntü ve feryatları aynen biyolojik bedenle yaşıyormuşçasına algılar...
Bu devrede adeta bitkisel hayattaki bir insan gibidir.. Dışarıda tüm olup bitenleri algılıyor, fakat dışarıya hiç bir mesaj veremiyor..
İşte bu anda sıra cenazenin yıkanmasına gelir...
Cenaze niçin yıkanıyor?...
Cenazenin yıkanmasının bilebildigimiz kadarıyla hikmeti, henüz hücresel canlılığı devam eden biyolojik bedenin sudan ozmos yoluyla biyoelektriksel takviye almasıdır... Böylece kişi, kısa bir süre daha beden aracılığıyla yaşamış olduğu dünya ile iletişimini tek yanlı da olsa sürdürebilecektir.
ÖLÜMÜN TADILDIĞI andan itibaren başlayıp, mahşere kadar devam edecek olan yaşam boyutuna BERZAH alemi denilir...
Ölümle başlayan hayat üçe ayrılır;
A- KÂBİR yaşamı..
B- KÂBİR âlemi yaşamı...
C- BERZAH âlemi yaşamı...
* * *
A- KÂBİR yaşamı... Bu devre kişinin ölümü tadıp, ruh yani halogramik dalga bedenle bâ's olmasından sonra başlayıp, kabir içinde maddeyi algılar biçimde yaşamı devam ettikçe sürer...
Gerek kabire konmadan ve gerekse kabre konduktan sonra çevresinde olup biten herşeyi bu süre içinde algılamaya devam eder...
Bu hâlin misâli şu dünya yaşamımızdaki henüz uyumadan evvel yataktaki hâlimize benzer ...
Yatağa yatan kişi nasıl henüz uyanıktır ve çevresinde olup bitenleri farketmektedir; yatağın sert veya yumuşaklığını hissetmektedir; işte aynı şekilde mezara konan kişi de ilk aşamada çevresinde ve mezar icinde olup biten her şeyi seyretmektedir...
Yatağa girmiş uyumaya hazırlanan kişi nasıl yarı uyur vaziyette hem dışarıda olup bitenleri farkeder hem de rüya türünden şeyleri görmeye başlarsa, kabirdeki kişi de aynı şekilde hem madde mezarın dışınde ve içinde olanları algılamaktadır; hem de yavaş yavaş KENDİ KABİR ALEMİNE girmeye hazırlanmaktadır...
İşte bu süreç içinde, İslâm Dininde bahsedilen iki sorgu meleği gelir ve RABBIN KİM, NEBİN KİM, KİTABIN NE diye sorarlar...
DİKKAT!...
KÂBİRDE asla, kişiye, sen hangi mezheptensin ya da hangi tarikattansın diye sorulmaz!.. Burada, asla, kişinin mezheb veya tarikat imamından sözedilmez!..
BUNLARIN kabirde SORULACAĞINDAN SÖZEDENLER, DİNİ BİLMEYENLERDİR!. Ne KUR'ÂN'da ne de PEYGAMBERİMİZİN açıklamalarında, mezheb ya da tarikatın ne, diye sual SORULACAĞINA DAİR hüküm vardır!.
MEZHEB ve TARİKATLAR Hz.Muhammed aleyhisselamın berzaha intikâlinden sonra oluşturulmuş kurumlardır; ki, berzah âleminde bunların yeri yoktur!..
Evet, bu sorgulamanın ertesinde kişi ya KÂBİR ÂLEMİNE intikal eder, ya da BERZAH ÂLEMİNE..
"KABİR ALEMİ" ile "BERZAH ALEMİ" arasındaki fark nedir? ...
B- "KABİR Alemi yaşamı" ... Bu âlem, aynen rüya âlemine benzer; ne var ki, kişi rüya gördüğünün farkında değildir ve yaşamını aynen dünyada yaşıyormuşçasına değerlendirir..
Nasıl dünya yaşamını gerçek yaşammış gibi algılarsa kişi dünyada yaşarken; aynı şekilde, kendi kabir alemine geçen kişi de o boyutu gerçek yaşam gibi hisseder... Bu ya "kabir cenneti" denilen şekilde son derece huzur ve zevk verici rüyalar şeklinde devam eder; ya da "kabir cehennemi" denilen biçimde kabus türünden son derece korkunç, ızdırap verici görüntüler içinde sürer..
Bu devre kıyâmete kadar böylece devam eder...
Bu, kabir içindeki kişinin, kabir âleminin yaşantısıdır..
"Kişinin kabri ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur" hadisi şerifiyle Peygamberimiz bu duruma işaret eder...
Bununla beraber bir de "BERZAH âlemi yaşamı" vardır...
C- "BERZAH âlemi yaşamı", "FİYSEBİLİLLAH" ALLAH yolunda ŞEHİD olmuş kimseler ile, "ölmeden ölmüş" diye tarif edilen evliyaullah ve nebilerin, kabir âlemi kısıtlamalarından kurtulmuş olarak, "RUH BEDENLERİYLE" serbest dolaşım şeklinde süren yaşam şeklidir..
BERZAH YAŞAMINDA...
ŞEHİDLER, EVLİYAULLAH ve NEBİLER Berzah alemi içinde serbestçe gezerler dolaşırlar ve mertebelerine göre de birbirleriyle iletişim kurarlar...
Ayrıca, berzah âlemi içinde dahi bir hiyerarşi vardır; ve bu hiyerarşi içinde oradakilerin idaresi sözkonusudur...
"İNSAN ve SIRLARI" isimli kitabımızın "RİCALİ GAYB-GAYB ERLERİ" bahsinde bu konuda geniş bilgi vardır...
BERZAH alemindeki velilerden dünyada iken "FETİH" sahibi olmuş olanlar, dünyadakilerle iletişim kurabilirler.. Buna karşın, dünyada "KEŞİF" sahibi olmuş fakat "FETİH" elde edememiş evliyaullah ise, o alemdeki tüm serbestilerine karşın, dünyadakiler ile direkt iletişim kuramazlar..
"FETİH" ve "KEŞİF" konularında daha geniş bilgiyi "DUA ve ZİKİR" isimli kitabımızda yazdık... Arzu edenler oradan daha geniş bilgiyi elde edebilirler..
Kişi, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonra ya kendi kabir aleminde ya da mertebesine göre berzah aleminde yaşamına devam eder.
İşte, herkesi, böyle bir yaşam bekliyor!..
26 Eylül 2010 Pazar
Ölüm'den Sonraki Hayatın Aşamaları -1
Hayat yolculuğu ölümle birlikte biter ve insanoğlu, kendisini ebedî ahiret ülkelerine götürecek olan yepyeni bir yolculuğa çıkar. İşte bu yolculuk sırasında mü’min olsun, kâfir olsun herkesin karşılaşıp yaşayacağı bir dizi hadise vardır. Hadis ve âyetlerin bildirmesiyle bilebileceğimiz bu hadiseler hakkında bilgi edinmek, ahiret hayatımız için kendimizi nasıl hazırlamamız gerektiği konusunda bize yardımcı olacaktır. ÖLÜM VE ÖTESİ
ÖLÜM ÂNI
Bir kimsenin ölüm ânı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü ’a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır.
Mü’minler ölürken yanlarına melekler gelir:
“Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen Cennetle sevinin” diye onlara müjde verir.
’ın kendisinden hoşnut olacağını ve kendisini bağışlayacağını duyan mü’min son derece mutlu olur. Bir an önce ’a kavuşmayı, da ona kavuşmayı ister.
Ölmek üzere olan inançsız kimseye de işkence göreceği hatırlatılır. O da ölümden nefret eder ve ’a kavuşmayı istemez; esasen da ona kavuşmayı istemez.
Melekler inançsız kimsenin yüzüne ve arkasına vurarak “Tadın bakalım yakıcı azabı” diye canını alırlar. İnançsız olarak ölenlerin pis kokusu gök ehlini rahatsız edecek kadar berbattır.
KABİR HAYATI
İnsan ölüp de kabre konduğu andan, kıyametin kopmasına kadar geçen zamana ‘kabir hayatı’ denir.
Kabir hayatının bir adım öncesi dünya, bir adım sonrası âhiret hayatıdır. Kabir hayatı, dünya ile âhiret arasında bir engel oluşturduğu için ona ‘berzah hayatı’ da denir.
Bir bakıma kabir, âhiret hayatının çeşitli duraklarının ilkidir.
Kabirdeki imtihanı kolayca veren, ondan sonraki menzilleri daha kolay geçer. Bu ilk imtihanı veremeyen kimsenin kabir hayatı son derece korkunçtur.
KABİRDEKİ SORGU
Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir. Bu sorgulama şöyle olur:
Defin işi bitip de eş, dost ve aile fertleri mezardan birer birer ayrılırken, kabirde yalnız başına kalan kimse onların ayak seslerini işitir.
O sırada biri Münker, diğeri Nekir diye anılan siyah tenli, mavi gözlü iki melek gelir; ölen kimseyi oturtur, Müslüman olup olmadığını anlamak için “Rabbin kim? Hangi dindensin?” diye sorarlar. Müslüman ise “Rabbim ; dinim İslâm” diye cevap verir.
Bir de Resûl-i Ekrem hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isterler.
Mü’min, ölmeden önce de dilinden düşürmediği gibi, kelime-i şehâdet getirerek onun ’ın kulu ve Resûlü olduğunu söyler.
Melekler ona “Biz senin bunu söylediğini daha önce de biliyorduk” derler. Sonra kabri genişletilir ve pırıl pırıl aydınlatılır.
Ona Cehennemdeki yeri gösterilir: “Bak, senin yerin burasıydı. Teâlâ burayı Cennette yüce bir makamla değiştirdi. O seni şu güzel yerinden kaldırıp yeniden diriltene kadar, burada gelin güvey uykusu gibi rahat uyu!” derler.
O Müslümanın kabrinden Cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona Cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir.
O da yeniden diriltileceği kıyamet gününe kadar Cenâb-ı Mevlâ’nın kendisine sunacağı nimetler içinde ve sabah akşam Cennetteki yerini seyrederek rahat ve huzur içinde yaşar.
Kâfir veya ’a inanmış görünen kimse (münafık) ise, meleklerin sorularına cevap veremez.
Melekler ona, kendisinin durumunu daha önce de bildiklerini söyleyerek başına şiddetli bir şekilde vururlar. Onun feryadını insan ve cin dışındaki diğer varlıklar duyar.
Kabri daraltılır, kabrinden Cehenneme bir kapı açılır, Cehennemin alevlerini duymaya başlar. Sabah akşam Cehennemdeki yerine bakarak acılar içinde kıvranır.
KABİR AZABI
Peygamber Efendimiz dualarında kabir azabından ’a sığındı; Müslümanların da sığınmasını tavsiye etti ve bu konuda şöyle buyurdu:
Kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceğinizi bana bildirdi.
Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim.
Birbirinizi gömmeyi bırakmayacağınızı bilsem, kabir azabından bir miktar size de duyurması için ’a dua ederdim.
ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME
Birgün kıyamet kopup dünya hayatı son bulacaktır.
Sadece Teâlâ’nın bileceği bir süre geçtikten sonra, sûr’a ikinci defa üflenecektir.
O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes âdetâ bitkiler gibi yeniden canlanacak, kemikleri bile çürümüş olan insanlar, ’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan (acbü’z-zenebden) yeniden canlanacak, kabirlerinde dirilip kalkacaklardır.
O zaman insanlar dünyada bir gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sanacak, ’a hamdederek mahşere doğru koşarcasına gideceklerdir.
Ne yazık ki, kendi yaratılışını unutanlar, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek” diye hayretle sorarlar, öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarına bir türlü inanmazlar. İşte onlar, ilk önce yaratanın yeniden dirilttiğini göreceklerdir.
MAHŞER
Teâlâ, mahşer gününden söz ederken; “büyük gün,” “bütün insanların, âlemlerin Rabbi huzuruna çıkacağı gün” ifadelerini kullanmaktadır.
O gün, sûr sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.
İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.
İnsanlar mahşer yerinde, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna,
- yalınayak,
- çıplak,
- ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar.
O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.
Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Teâlâ bazı kimselere özel ikrâmda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.
Bu bahtiyar insanlar:
- âdil devlet başkanları,
- temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,
- kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,
- birbirlerini için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da için olan insanlar,
- güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben ’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit adamlar,
- sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,
- tenhâda ’ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır.
AMEL DEFTERİ
Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese:
“Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın” denecek.
İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek. O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere “Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz” diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve Cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.
Defteri sol eline verilenler ise “Amanın, bu nasıl deftermiş! Yaptığım herşeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte herşey bitmiş olsaydı” diye yanıp tutuşacak.
HESAP
Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir.
Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir.
Elbette iman edip iyi işler yapan, ’ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.
Peygamber Efendimizin anlattığına göre bu şöyle olacaktır:
Teâlâ her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece Cehennemi görecektir.
Cenâb-ı Mevlâ, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir.
Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden Cennete girecektir.
Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir.
Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hattâ boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.
MÎZAN
Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Teâlâ kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacaktır.
Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, bir uçurumun girdabına sürüklenecek ve şayet ’ın âyetlerini de inkâr etmişlerse sonsuza kadar Cehennemde kalacaklardır.
Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.
Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Meselâ “Sübhâni ve bi-hamdihî sübhâni’l-azîm” zikri dilde hafif olmakla beraber Rahmân olan ’ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.
“Elhamdülillâh” diye ’ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir.
Ama terazide herşeyden daha ağır çeken, güzel ahlâk olacaktır.
SIRAT
Mahşerden sonra Cennete veya Cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, Cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür.
Mü’minler buraya gelince, peygamberler “ım selâmet ver, selâmet ver!” diye yalvaracaklardır.
Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselâm ile birlikte ümmeti geçecektir.
’ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir.
Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda,
kimi şimşek,
kimi rüzgâr hızıyla,
kimi kuş,
kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir...
ÖLÜM ÂNI
Bir kimsenin ölüm ânı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü ’a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır.
Mü’minler ölürken yanlarına melekler gelir:
“Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen Cennetle sevinin” diye onlara müjde verir.
’ın kendisinden hoşnut olacağını ve kendisini bağışlayacağını duyan mü’min son derece mutlu olur. Bir an önce ’a kavuşmayı, da ona kavuşmayı ister.
Ölmek üzere olan inançsız kimseye de işkence göreceği hatırlatılır. O da ölümden nefret eder ve ’a kavuşmayı istemez; esasen da ona kavuşmayı istemez.
Melekler inançsız kimsenin yüzüne ve arkasına vurarak “Tadın bakalım yakıcı azabı” diye canını alırlar. İnançsız olarak ölenlerin pis kokusu gök ehlini rahatsız edecek kadar berbattır.
KABİR HAYATI
İnsan ölüp de kabre konduğu andan, kıyametin kopmasına kadar geçen zamana ‘kabir hayatı’ denir.
Kabir hayatının bir adım öncesi dünya, bir adım sonrası âhiret hayatıdır. Kabir hayatı, dünya ile âhiret arasında bir engel oluşturduğu için ona ‘berzah hayatı’ da denir.
Bir bakıma kabir, âhiret hayatının çeşitli duraklarının ilkidir.
Kabirdeki imtihanı kolayca veren, ondan sonraki menzilleri daha kolay geçer. Bu ilk imtihanı veremeyen kimsenin kabir hayatı son derece korkunçtur.
KABİRDEKİ SORGU
Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir. Bu sorgulama şöyle olur:
Defin işi bitip de eş, dost ve aile fertleri mezardan birer birer ayrılırken, kabirde yalnız başına kalan kimse onların ayak seslerini işitir.
O sırada biri Münker, diğeri Nekir diye anılan siyah tenli, mavi gözlü iki melek gelir; ölen kimseyi oturtur, Müslüman olup olmadığını anlamak için “Rabbin kim? Hangi dindensin?” diye sorarlar. Müslüman ise “Rabbim ; dinim İslâm” diye cevap verir.
Bir de Resûl-i Ekrem hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isterler.
Mü’min, ölmeden önce de dilinden düşürmediği gibi, kelime-i şehâdet getirerek onun ’ın kulu ve Resûlü olduğunu söyler.
Melekler ona “Biz senin bunu söylediğini daha önce de biliyorduk” derler. Sonra kabri genişletilir ve pırıl pırıl aydınlatılır.
Ona Cehennemdeki yeri gösterilir: “Bak, senin yerin burasıydı. Teâlâ burayı Cennette yüce bir makamla değiştirdi. O seni şu güzel yerinden kaldırıp yeniden diriltene kadar, burada gelin güvey uykusu gibi rahat uyu!” derler.
O Müslümanın kabrinden Cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona Cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir.
O da yeniden diriltileceği kıyamet gününe kadar Cenâb-ı Mevlâ’nın kendisine sunacağı nimetler içinde ve sabah akşam Cennetteki yerini seyrederek rahat ve huzur içinde yaşar.
Kâfir veya ’a inanmış görünen kimse (münafık) ise, meleklerin sorularına cevap veremez.
Melekler ona, kendisinin durumunu daha önce de bildiklerini söyleyerek başına şiddetli bir şekilde vururlar. Onun feryadını insan ve cin dışındaki diğer varlıklar duyar.
Kabri daraltılır, kabrinden Cehenneme bir kapı açılır, Cehennemin alevlerini duymaya başlar. Sabah akşam Cehennemdeki yerine bakarak acılar içinde kıvranır.
KABİR AZABI
Peygamber Efendimiz dualarında kabir azabından ’a sığındı; Müslümanların da sığınmasını tavsiye etti ve bu konuda şöyle buyurdu:
Kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceğinizi bana bildirdi.
Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim.
Birbirinizi gömmeyi bırakmayacağınızı bilsem, kabir azabından bir miktar size de duyurması için ’a dua ederdim.
ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME
Birgün kıyamet kopup dünya hayatı son bulacaktır.
Sadece Teâlâ’nın bileceği bir süre geçtikten sonra, sûr’a ikinci defa üflenecektir.
O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes âdetâ bitkiler gibi yeniden canlanacak, kemikleri bile çürümüş olan insanlar, ’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan (acbü’z-zenebden) yeniden canlanacak, kabirlerinde dirilip kalkacaklardır.
O zaman insanlar dünyada bir gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sanacak, ’a hamdederek mahşere doğru koşarcasına gideceklerdir.
Ne yazık ki, kendi yaratılışını unutanlar, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek” diye hayretle sorarlar, öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarına bir türlü inanmazlar. İşte onlar, ilk önce yaratanın yeniden dirilttiğini göreceklerdir.
MAHŞER
Teâlâ, mahşer gününden söz ederken; “büyük gün,” “bütün insanların, âlemlerin Rabbi huzuruna çıkacağı gün” ifadelerini kullanmaktadır.
O gün, sûr sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.
İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.
İnsanlar mahşer yerinde, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna,
- yalınayak,
- çıplak,
- ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar.
O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.
Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Teâlâ bazı kimselere özel ikrâmda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.
Bu bahtiyar insanlar:
- âdil devlet başkanları,
- temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,
- kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,
- birbirlerini için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da için olan insanlar,
- güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben ’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit adamlar,
- sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,
- tenhâda ’ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır.
AMEL DEFTERİ
Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese:
“Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın” denecek.
İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek. O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere “Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz” diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve Cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.
Defteri sol eline verilenler ise “Amanın, bu nasıl deftermiş! Yaptığım herşeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte herşey bitmiş olsaydı” diye yanıp tutuşacak.
HESAP
Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir.
Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir.
Elbette iman edip iyi işler yapan, ’ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.
Peygamber Efendimizin anlattığına göre bu şöyle olacaktır:
Teâlâ her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece Cehennemi görecektir.
Cenâb-ı Mevlâ, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir.
Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden Cennete girecektir.
Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir.
Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hattâ boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.
MÎZAN
Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Teâlâ kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacaktır.
Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, bir uçurumun girdabına sürüklenecek ve şayet ’ın âyetlerini de inkâr etmişlerse sonsuza kadar Cehennemde kalacaklardır.
Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.
Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Meselâ “Sübhâni ve bi-hamdihî sübhâni’l-azîm” zikri dilde hafif olmakla beraber Rahmân olan ’ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.
“Elhamdülillâh” diye ’ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir.
Ama terazide herşeyden daha ağır çeken, güzel ahlâk olacaktır.
SIRAT
Mahşerden sonra Cennete veya Cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, Cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür.
Mü’minler buraya gelince, peygamberler “ım selâmet ver, selâmet ver!” diye yalvaracaklardır.
Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselâm ile birlikte ümmeti geçecektir.
’ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir.
Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda,
kimi şimşek,
kimi rüzgâr hızıyla,
kimi kuş,
kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir...
**********
Ölümden sonraki hayat, kıyamet, cennet ve cehennemdeki vak’alar, bu sınırlı dünya hayatında anlayamayacağımız kadar öte ve şaşırtıcıdır: "Artık hiçbir nefis, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, onlar (iyiler) için gözler aydınlığı olarak nelerin saklandığını bilemez.
Meşhur nebevî hadiste şöyle geçer: "Salih kullarım için öyle nimetler hazırladım ki, hiçbir göz onları görmemiş, hiçbir kulak onları duymamış ve hiçkimsenin kalbinden öyle nimetler geçmemiştir.
Bizim bu dünyadaki konumumuz aslında tıpkı annesinin rahmindeki sınırlı hayatı geride bırakmakta olan cenin gibidir. Ceninin aklı ve zekasının olduğu farzedilse dahi güneş, ay, rüzgar, alımlı çiçekler, denizdeki dalgaların kükreyişi gibi rahim dışındaki hayatın gerçeklerini anlayabilmesi, elbette ki mümkün olmayacaktır. Ahiret hayatına göre dünya hayatının konumu; tıpkı dünya hayatına göre ana rahmindeki ceninin konumu gibidir. (Bu hususa bilhassa dikkat ediniz.)
_________________
Kur'an, ölümden sonra dirilişe inanmayan ve bundan kuşkuya kapılanlara şöyle demektedir: "Sizi ilk kez O yarattığı halde, sizi ölümden sonra yaratamayacağını nasıl düşünebilirsiniz? Sizi hiç yokken topraktan nasıl yarattıysa, öldükten sonra da yine öylece yeni bir hayata döndürecektir. Biz ilk yaratıştan aciz miydikki sizi tekrar yaratmaktan da aciz olalım?! (Ama) bunca aşikar bir delile rağmen (yine de onlar) yeniden yaratılacaklarından kuşku duymaktadırlar!"
"Kendisinin nasıl yaratıldığını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: Bu çürümüş (bozulmuş) kemikleri kim diriltecekmiş?! De ki: Onları ilk defa yaratıp inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir."
Kaldı ki göklerin yaratılışı karşısında insanın yaratılışı elbette ki sözü dahi edilemeyecek kadar kolaydır. Bunca şaşırtıcı ve hayret verici yönleriyle böylesine uçsuz bucaksız bir kainatı yaratmış olan, öldükten sonra insanları da pekalâ yeniden yaratabilecektir: "Onlar görmüyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah) ölüleri de diriltmeye güç yetirendir. Evet, gerçekten O, her şeye güç yetirendir."
Meşhur nebevî hadiste şöyle geçer: "Salih kullarım için öyle nimetler hazırladım ki, hiçbir göz onları görmemiş, hiçbir kulak onları duymamış ve hiçkimsenin kalbinden öyle nimetler geçmemiştir.
Bizim bu dünyadaki konumumuz aslında tıpkı annesinin rahmindeki sınırlı hayatı geride bırakmakta olan cenin gibidir. Ceninin aklı ve zekasının olduğu farzedilse dahi güneş, ay, rüzgar, alımlı çiçekler, denizdeki dalgaların kükreyişi gibi rahim dışındaki hayatın gerçeklerini anlayabilmesi, elbette ki mümkün olmayacaktır. Ahiret hayatına göre dünya hayatının konumu; tıpkı dünya hayatına göre ana rahmindeki ceninin konumu gibidir. (Bu hususa bilhassa dikkat ediniz.)
_________________
Kur'an, ölümden sonra dirilişe inanmayan ve bundan kuşkuya kapılanlara şöyle demektedir: "Sizi ilk kez O yarattığı halde, sizi ölümden sonra yaratamayacağını nasıl düşünebilirsiniz? Sizi hiç yokken topraktan nasıl yarattıysa, öldükten sonra da yine öylece yeni bir hayata döndürecektir. Biz ilk yaratıştan aciz miydikki sizi tekrar yaratmaktan da aciz olalım?! (Ama) bunca aşikar bir delile rağmen (yine de onlar) yeniden yaratılacaklarından kuşku duymaktadırlar!"
"Kendisinin nasıl yaratıldığını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: Bu çürümüş (bozulmuş) kemikleri kim diriltecekmiş?! De ki: Onları ilk defa yaratıp inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir."
Kaldı ki göklerin yaratılışı karşısında insanın yaratılışı elbette ki sözü dahi edilemeyecek kadar kolaydır. Bunca şaşırtıcı ve hayret verici yönleriyle böylesine uçsuz bucaksız bir kainatı yaratmış olan, öldükten sonra insanları da pekalâ yeniden yaratabilecektir: "Onlar görmüyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah) ölüleri de diriltmeye güç yetirendir. Evet, gerçekten O, her şeye güç yetirendir."
Selamün aleyküm.yeni üyeyim.internette vakit buldukça gezerim.yazıları okurum.hepiniz harikasınız.birşey sormak istiyorum. üzerimde hakkı olan bir yakınımı kaybetim.baöa bazı konularda gücendiğini düşünüyorum.Dünyayı paylaşamıyoruz baki kalacakmışız gibi.helalleşmek öbür aleme mi kaldı dersiniz.Hergün yasin göndersem bana hakkını helal eder mi. Meğer ne çok severmişim. Paylaşmak istedim.
___
Muhterem kardeşim,imanlı kardeşim,ahirette azap çekmekten korkan kardeşim,Üzerine selam olsun.
Biz insanlar elimizdeki nimeti kaybedince değerini anlıyoruz.Sende yakınını kaybedince değerini anladın.Fakat...
Önemli olan HAK meselesidir.
Allah c.c. iki şeyi affetmiyor.
1-Şirki affetmiyor.(La yeğfirullahişşirke,inneşşşirke le zulmün azim=allah şirki affetmez şirk büyük bir zulümdür.)Mahlukatın inanç hakkına tecavüzdür.
2-İkincisi KUL hakkıdır.
Allahın her şeye gücü yeter,ancak en çok adil olanda O dur.Adaletin iktiza edebilmesi için.
Allah ahirette o hakkı alıp hak sahibine verir,haksızın verecek bir şeyi yoksa güzel amelini alıp haklıya verir,oda yoksa,Hak sahibinin günahlarını,haksız kişinin sırtına yükler.
Onun için.
Dünyadaki fırsatı kaçırmadan ödeşmek,yani helellaşmak lazımdır.
Bu olmamışsa.
a)-Maddi hak ise ölenin varislerine verebilirsin.
b)-Allaha tevbe istiğfarda bulunabilirsin.
c)-Ölen kişiye YASİN okumakla bu borçtan kurtulamazsın.Böyle islami hüküm varit değildir.Hem ölülere yasin okumayı Şafii gibi bazı müçtehit alimlerimiz kabul etmiyor.Henefide kabul etmiyor ama şafii şiddetle kabul etmiyor.Ancak ölen kişi için dua edebilirsin.
d)_ölen kişi için Dua edebilirsin.
___
Muhterem kardeşim,imanlı kardeşim,ahirette azap çekmekten korkan kardeşim,Üzerine selam olsun.
Biz insanlar elimizdeki nimeti kaybedince değerini anlıyoruz.Sende yakınını kaybedince değerini anladın.Fakat...
Önemli olan HAK meselesidir.
Allah c.c. iki şeyi affetmiyor.
1-Şirki affetmiyor.(La yeğfirullahişşirke,inneşşşirke le zulmün azim=allah şirki affetmez şirk büyük bir zulümdür.)Mahlukatın inanç hakkına tecavüzdür.
2-İkincisi KUL hakkıdır.
Allahın her şeye gücü yeter,ancak en çok adil olanda O dur.Adaletin iktiza edebilmesi için.
Allah ahirette o hakkı alıp hak sahibine verir,haksızın verecek bir şeyi yoksa güzel amelini alıp haklıya verir,oda yoksa,Hak sahibinin günahlarını,haksız kişinin sırtına yükler.
Onun için.
Dünyadaki fırsatı kaçırmadan ödeşmek,yani helellaşmak lazımdır.
Bu olmamışsa.
a)-Maddi hak ise ölenin varislerine verebilirsin.
b)-Allaha tevbe istiğfarda bulunabilirsin.
c)-Ölen kişiye YASİN okumakla bu borçtan kurtulamazsın.Böyle islami hüküm varit değildir.Hem ölülere yasin okumayı Şafii gibi bazı müçtehit alimlerimiz kabul etmiyor.Henefide kabul etmiyor ama şafii şiddetle kabul etmiyor.Ancak ölen kişi için dua edebilirsin.
d)_ölen kişi için Dua edebilirsin.
nebil demiş ki: |
ölülerin arkasından kur'an okumak sevabını bağışlamak yok mu yani. |
_____
Sevgili,kardeşim ben yok demedim.
İmam Şafii(r.a.) söylüyor.(El-Üm,Adlı kitabının,Kavli Cedidine göre,yani son görüşüne göre,O fetva vermiş.
Okumanın ölüye bir faide veremiyacağını,ancak dua edilecağını ifade etmektedir. O Şöyle ifade ediyor.
(men mate ibni adem inkatae amelühü=Adem oğlu ölünce ameli kesilir.İlla min sülas=Üç şey devam eder.
1-Hayırlı evladın duası.
2-Yararlı bir ilmi eser,kitap.
3-Sadaka-i cariyesi,(yol,su,çeşme,medrese,okul,gibi )faydalı eser.
Şu ayeti delil alıyor:(Ve en leyse lil insani illa ma saa ve enne sa'yekum sevfe Yura=İnsan için ancak amelidir onun karşılığını sonra görecektir.)
Veli vezire ğayrihi=Kimse kimsenin yükünü çekemez.
kuarn okunan yere rahmet yağar,onun içinde şöyle der.Lifailiha=işliyene,okuyana.
Soruyorlar ya imam,Duymadınmı?.
(ikraü yasine ala mevtakum=ölülerinize yasin okuyunuz) o şöyle cevap veriyor.
(Leyse lehu delil,delilina,İsteğfiru li ehikum= o bizim için delil değildir,bizim için delil olan ölmüş kardeşine dua ediniz.)hadisidir.diyor.
Peki Kuran nedir diye sorduklarında:
(El kuranil kerimu huve dusturil huyutil ahya-i lalil emvat0Kuran bir dusturdur,yasadır,kanundur,diriler için,Ölüler için deği.)
************
Doğumdan sonra hayat var mı?
>Can Dündar
>
> - Bir internet öyküsünden uyarlama -
> Karanlıktaymışlar. İki embriyo, bir ana rahminde...
> her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
> Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...
> Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.
> Elleri, ayakları belirginleşmiş.
> Gözleri çıktıkça meydana,
> ikisi de çevrede olup biteni fark etmiş...
> Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu...
> Sıcak, ıslak, sevgi dolu...
> "Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki" demişler, "...bize ne
>mutlu..."
> ***
> Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.
> Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.
> Onları besleyip büyüten kordonu fark edince
> O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.
> Sonra başlamış bir varoluş tartışması:
> "Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk" diye sormuş ikizler...
> "Annemiz" demiş biri, "O bizi var etti, bize can verdi."
> "Ne biliyorsun" diye itiraz etmiş öteki, "Sen hiç Anneni görmedin
>ki...":
> "Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı
>için uydurduğumuz bir şeydir."
> ***
> Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
> Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.
> Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
> Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
> Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;
> Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.
> ***
> "- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz" diye fısıldamış
>ikizlerden biri efkarla...
> "- Ben gitmek istemiyorum" diye diretmiş öteki; "doyamadım ki daha
>hayata..."
> "- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra
>hayat vardır."
> Sormuş karamsar olan:
> "- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza
>neler gelecek?"
> Şiirle cevaplamış iyimser olan:
> "Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok
>seferinden..."
> ***
> Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.
> Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.
> Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.
> Ve "ömrümüz bitti" diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.
> Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,
> Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.
Can Dündar
>Can Dündar
>
> - Bir internet öyküsünden uyarlama -
> Karanlıktaymışlar. İki embriyo, bir ana rahminde...
> her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
> Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...
> Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.
> Elleri, ayakları belirginleşmiş.
> Gözleri çıktıkça meydana,
> ikisi de çevrede olup biteni fark etmiş...
> Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu...
> Sıcak, ıslak, sevgi dolu...
> "Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki" demişler, "...bize ne
>mutlu..."
> ***
> Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.
> Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.
> Onları besleyip büyüten kordonu fark edince
> O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.
> Sonra başlamış bir varoluş tartışması:
> "Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk" diye sormuş ikizler...
> "Annemiz" demiş biri, "O bizi var etti, bize can verdi."
> "Ne biliyorsun" diye itiraz etmiş öteki, "Sen hiç Anneni görmedin
>ki...":
> "Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı
>için uydurduğumuz bir şeydir."
> ***
> Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
> Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.
> Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
> Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
> Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;
> Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.
> ***
> "- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz" diye fısıldamış
>ikizlerden biri efkarla...
> "- Ben gitmek istemiyorum" diye diretmiş öteki; "doyamadım ki daha
>hayata..."
> "- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra
>hayat vardır."
> Sormuş karamsar olan:
> "- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza
>neler gelecek?"
> Şiirle cevaplamış iyimser olan:
> "Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok
>seferinden..."
> ***
> Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.
> Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.
> Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.
> Ve "ömrümüz bitti" diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.
> Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,
> Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.
Can Dündar
---------------
Kabir Hayatında Neler Olacaktır?
Kabir hayatı dünya hayatıyla ahiret arasında bir köprüdür. Bu yüzden bu hayata berzah hayatı da denilir. Bu alem her insan için farklı bir şekilde kendini gösterir. Şehitler bu hayatı öldüklerini bilmez bir halde geçirirken, ilim tahsili üzere ölenler bu alemde de ilme devam ederler. İnançsızlar için ise bu alem cehennem azabının ilk numunelerinin tattırıldığı bir azap ülkesidir.
Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Yaşadığımız âlemden kabir âlemine yolculuktur. Ruh, Azrail Aleyhisselam vasıtasıyla "berzah alemi"ne götürülür. Bu alemde göreceğimiz ilk melek Azraildir. O, en kıymetli cevherimiz olan ruhumuzu gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz güvenilir bir emanetçidir.Ölüm anında, ruh, beden hapsinden kurtulur; fakat bütün bütün çıplak kalmaz. Çünkü, "misali bir cesetle" başka bir tabirle "latif bir gılaf" ile kuşatılmıştır.
Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan ruh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek için kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu aletlerin varlığına gerek duymadan görür, işitir, düşünür ve bilir. Rüyada olduğu gibi…..Berzah, "geçit" demektir ve berzah alemi, dünya ile ahiret arasında bulunan bir "bekleme salonu"dur. Ruhlar, orada kıyameti ve dirilişi beklerler. "münker ve nekir taifesinden" olan sorgu melekleriyle karşılaşma, ilk mahkeme, ilk ceza ve ilk mükafat burada gerçekleşir.
Berzah, başka bir tabirle kabir hayatı, hadisin ifadesiyle, "ya cennet bahçelerinden bir bahçe" veya "cehennem çukurlarından bir çukurdur."Ancak, burada azabın veya lezzetin muhatabı, cisimden mahrum kalan ruhtur. Kabir hayatından sonra, "mahşer"de, yeniden yaratılan bedenine döner, dünyada yaptıkları için o "büyük mahkeme"de hesap verir. Sonrası, ebedi cennet veya cehennemdir. Bu menzillerde lezzet de elem de hem cisimle hem de ruhla tadılır; dünyada olduğu gibi.
Kabir hayatını yeniden diriliş takip edecektir. Ruh zaten ölmediğinden diriliş beden için söz konusudur. Ba’s (diriliş) ile ruhlar yeni bedenlerine kavuşurlar ve hesaba çekilmek üzere mahşer meydanına çıkarlar. Orada vakfe denilen bir süre kalındıktan sonra mizan safhasına geçilir. İman ile ölen ve bu mizanda sevapları günahlarından ağır gelenler ebedi saadet menzili olan cennete sevk edilirler. Küfür üzere ölenler Allah’ın azap diyarı alan cehenneme giderler. Günahları sevaplarından daha ağır gelen müminler de bu günahlarının temizlenmesi o dehşetli cehennem azabını tadarlar. Daha sonra onlar da cennete ulaşırlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)